ÇOCUKLARDA TOPLUMSAL KAYGI BOZUKLUĞU (SOSYAL FOBİ)

Bireyin başkalarınca değerlendirilebilecek olduğu bir ya da birden çok sosyal-toplumsal durumda belirgin korku ve kaygı duyması durumuna sosyal fobi olarak tanımlanabilir. Karşılıklı konuşma, tanıdık olmayan yabancılarla karşılaşmanın olduğu toplumsal etkileşimler, yemek yeme gibi bir şey yaparken gözlenme ve konuşma yapma gibi başkalarının önünde bir eylem gerçekleştirme gibi sosyal durumlarda olur genellikle sosyal kaygı….Çocuklar ve ergenlerde sosyal kaygı yaşıtlarının olduğu ortamlarda da görülmeli ve sadece erişkinlerle olan etkileşimler sırasında ortaya çıkmamalıdır ki sosyal fobi var diyebilelim.….Sosyal fobide kişi küçük düşeceği ya da utanç duyacağı bir biçimde ya da başkalarınca dışlanacağı-başkalarının kırılmasına yol açacağım düşüncesi ile olumsuz olarak değerlendirilecek bir biçimde davranmaktan ve kaygı duyduğuna ilişkin belirtiler göstermekten korkmaktadır.

Sosyal kaygı oluşturan toplumsal durumlar çocuklarda ağlama, bağırma, tepinme, donakalma, sıkıca sarılma, sinme ve toplumsal ortamlarda konuşmamaya neden olabilmektedir. Bundan dolayı çocuk toplumsal durumlardan kaçınır, yüzleşmek istemeyebilir ya da belki yoğun korku ile bunlara katlanmak zorunda kalabilir. Sosyal korku, kaygı ya da kaçınma altı ayı aşan süreklilik göstermektedir. Diğer taraftan bu durum bir sıkıntıya, toplumsal ve okul ile ilgili alanlarda işlev kaybına neden olmaktadır. Bununla birlikte sosyal fobisi olan çocuklar evde kendi anne babalarıyla birlikteyken ya da yakın arkadaşlarıyla oynarken genelde normaldirler.

Nedenler üzerinden gidersek….

Sevgili anne-babalar unutmayalım; tüm kaygılarda olduğu gibi sosyal kaygı da yüzde doksan yapısaldırgenetiktir, yani soya çekim vardır…..çok erken (0-3 yaş arası) dönem bakım veren, ebeveyn, özellikle anne-çocuk etkileşiminin nasıl olduğu ya da nasıl olamadığı da bu işin tuzu biberi……belki anne farkında olmadan koruyucu, ketleyen, koruyan, girici ve kaygılı yaklaştı sürekli (ki annedeki duygu aynen çocuğa geçer)….bu yüzden çocuk kendi gelişim düzeyine göre özerk davranma, bireysel baş edebilme ve kendi otonomisini kazanabilme fırsatı bulamadı ve bu donanıma sahip olamadı belki……böyle bir sorunsalı olan çocuğun anne ya da bakım verenin olmadığı yerleri ‘’güvenli bir üs’’ olarak görememesi, kaygılı ve ürkek olması, çekingen ve sosyal kaygılı özellikte olması kadar doğal ne olabilir ki…..

Yine gelişimsel ve yapısal süreçlerin yetersizliği ile giden bazı durumlar sosyal kaygının başlaması ve sürekli olmasına zemin hazırlar.….Özellikle iyi düzeyde işlevselliği olan yaygın gelişimsel bozukluk (YGB) olan çocuklar ve ergenler kendileri ile ilgili sosyal beceri yetersizliğinin  ve iletişim atipikliğinin farkına vardıkları oranda zorluklarıyla yüzleşmek yerine kaçınmayı tercih ettikleri için sosyal içe çekilme, sosyal kaygı ve içine daha çok kapanmaya kurban gitmektedirler….Benzer durumlar davranışlarını ve duygularını düzenleme zorluğu ve dürtüsel  davranışlarla giden Dikkat eksikliği-Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) ve Özel Öğrenme Güçlüğü (ÖÖG) olan çocuk ve ergenler için de geçerlidir. Çünkü bu durumlarda dışlanma, sosyal uygun ve yeterli baş etme zorluğu, strese karşı duyarlılık artışı ve olumsuzluk-sorunsal karşısında oluşan hayal kırıklığını tolere edememe (göğüsleyememe) (frustration intolerance) sonucunda benlik saygısı düşüklüğü, özgüven eksikliği, kendisini önemsiz-değersiz hissetme gibi sosyal kaygı bozukluğu öncülleri hızlıca ortaya çıkmaktadır.

Erken dönemden itibaren tüm çocukluk ve ergenlik süresince yaşanılan travmatik olaylar, kaotik-örseleyici aile ortamı, yetersiz ya da uygun olmayan ailesel ve sosyal-çevresel destek sistemleri tüm kaygı türevlerini artırdığı gibi toplumsal ya da sosyal kaygıyı da tırmandırır doğal olarak…….Diğer taraftan evde çocuğun mutsuz, huzursuz, uyarılmışlık sonucu gereksiz tepkisel ve öfkeli oluşu belki de sosyal kaygının kendisini yıldırmasının, tüketmesinin ve oluşan depresif ruh halinin eve taşınan ve yansıtılan tarafı olabilir mi?….Ne dersiniz?

Neler yapılmalı Peki……….

İlk başta erken dönem ebeveyn-çocuk ilişkisi temel güven (güvenli bağlanma) zemininde oluşturulmalıdır. Sosyal fobiyi tetikleyen unsurlar tespit edilmeli ve ortadan kaldırılmalıdır. Bu mutlaka ebeveyn-eğitici-uzman psikiyatrist ya da terapistden  üçlü sacayağının birlikte-multidisipliner yaklaşımı ve iletişimi halinde olması ile yapılmalıdır. Sosyal kaygıya neden olan ya da birlikte görülen çocuğa ait yapısal-gelişimsel durumlar (YGB, DEHB, ÖÖG vs) belirlenmeli, bu ilgili durumların sosyal kaygı doğuran tarafları iyileştirilmeli ve zorlukları desteklenmelidir.

Sosyal kaygı ya da fobinin panzehiri sosyal beceri elde edilmesi ya da bu becerinin artırılmasıdır. Sosyal beceri ise sosyal etkinlikler yapma ve sosyal beceri eğitimlerini alma ile doğrudan ilişkilidir. Yani fiziksel-spor aktivitesini içeren, yaşıt grup katılımının olduğu, nitelikli, planlı, kuralları olan sosyal etkinlerin ayarlanması, yapılandırılıp çocuğa sunulması inanın sosyal fobi için ilaç gibi gelecektir. Çünkü bu etkinliklerdeki fiziksel aktivite beyin dopamin, serotonin ve endorfin miktarını ve işlevini artırmakta, bunlara bağlı olarak çocuk-ergen mutlu, rahat, keyifli, dikkatli olmakta, kendini yönetme, komleks-hızlı düşünme-karar verme, davranış ve duygularını düzenleme, otonomi kazanma işlevlerinde belirgin kazanımlar elde etmektedir. Diğer taraftan sosyal bir grup ortamı ve sosyal etkileşim sonucu sosyal beceri de artmaktadır. Tüm bunların bileşkesi olarak kendilik değeri ve özgüven yükselmekte, aktif, dışa dönük, uyum ve baş etme sorunu yaşamayan bir birey karşımıza çıkmaktadır. Hal böyle olunca sosyal fobinin minimize olmaması ya da tama yakın ortadan kalkmaması mümkün mü?……Diğer taraftan sosyal yeterliliğini gören ve hisseden bir çocuğun anne ya da babaya olan bağımlılığı devam edebilir mi?… Bireyselleşme-özerklik tavan yapmaz mı?…..Yine soruyorum, ne dersiniz?….

Bütün kaygı bozukluklarında olduğu gibi sosyal kaygıda da bilişsel davranışcı terapiler hafif-orta olgularda etkilidir. Sosyal kaygı oluşturan durumlara kademeli maruz bırakma ve yüzleştirme çocuktaki olası sosyal olumsuz koşullanmanın sönmesine ve duyarsızlaşmasına neden olmaktadır.

Sosyal kaygının yapısal-nörobiyolojik tarafı olduğundan kaygı giderici ilaç tedavisi işlevselliği bozan orta-şiddetli durumlarda verilmelidir. Bakım verenin ve anne başta olmak üzere ebeveynin kaygılı duygusu çocuğa aynen geçtiği için ebeveynin kaygısına yönelik tedaviler, ailenin baş etme ve sorun çözme gücünü artıran terapi uygulaması, destek ve danışmanlık hizmeti sağlanmalıdır.

Sonuç olarak; Sosyal fobi çocuğun özellikle sosyal hayatında belirgin kısıtlama ve işlev bozukluğuna yol açan bir sorunsaldır ve tedavi edilmediği takdirde sıklıkla erişkin yaşamda da devam etmektedir, bu nedenle tedavi ve takibinin doğru ve yeterli bir şekilde yapılması gerekmektedir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir